Trekking, Avrupa ülkelerinde nerdeyse “halk hareketi” haline gelmiş durumda. Sırt çantaları, çadırlar, ayağa giyilen ayakkabılar şimdi daha hafif ve sağlam malzemelerden yapılıyor. Yürüyüş parkurları üzerinde yemek ve konaklama olanakları artıyor. Çoğu insan için trekking artık sağlıklı bir yaşama biçimi haline gelmiş durumda.
1960’ların başında başlayan kitle turizmi, bütün bir yılın yorgunluğunu gidermeye yönelikti. Başta İskandinavlar olmak üzere, özellikle güneşe özlem duyan Kuzey Avrupalılar, İtalya, İspanya ve Yunanistan’daki Akdeniz sahillerine tatil yapmaya gittiler. Onları cezp eden şey güneş ve kumsallardı. Zamanla bu sahilleri ve oralarda sayıları hızla artan modern tesisleri pazarlayan seyahat acentaları tekelleşti. Bu gelişmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak her şey standartlaştı. Başta çocuklu aileler olmak üzere çoğu kişi, bu türden tatil yapmaya devam ettiler.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeyle daha önce gidilmesi hayal bile edilemeyen yerlere üç beş saat içinde gitme olanağı doğdu. Çeşitli coğrafyalar, halklar ve kültürlerle ilgili bilgilere ulaşmak kolaylaştı. Yeryüzündeki birçok ülkeyle ve şehirle ilgili tanıtma broşürleri, haritalar ve kitapları yayımlanmaya başladı. Böylece “kültür turizmi” denen ikinci evreye geçildi. Bazı insanlar, artık tatillerini bölüyorlar, bir kısmını deniz kenarında dinlenmekle geçirirken, diğer kısmında da ülke ülke, şehir şehir geziyorlardı.
Kültür turizmiyle birlikte “kayak turizmi” de büyük bir gelişme gösterdi. Charter firmalarının sayısının artmasıyla birlikte, yalnızca Alp dağlarına gidip kayak yapmakla yetinen “kış turisleri”, uçaklara doluşup, dünyanın her yerindeki kayak merkezlerine gitme olanağını buldular.
Daha sonra, özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda “konferans turizmi” başladı. Ekonomik konjonktürün yüksek olduğu bu dönemde önce büyük firma yöneticileri, sonra da bunların uzman kadroları, işe daha iyi “motive olmak” için yurtdışında her türlü konforu sağlayan tesislerde, çeşitli meslek kurslarına katıldılar.
Bunu “golf turizmi” izledi. Golf oynamaya düşkün Kuzey Avrupalılar, kışların bile ılık geçtiği Akdeniz ülkelerinde üst üste açılan golf tesislerine akın etmeye başladılar. Buralarda hem golf oynama, hem Akdeniz mutfağının çeşitli lezzetlerini tatma hem de denize girme arzularını giderdiler. Türkiye de özellikle Belek ve Göcek’teki tesislerle golf turizminden gelir elde etmeye başladı.
Tatil yapma çeşitliliğine “macera turizmi” de eklendi. Bunun meraklıları, dağlara tırmanmaktan bayır paraşütü ile dolaşmaya, vahşi doğada azgın akan ırmaklarda kano yapmaktan Afrika’da tehlikeli safarilere katılmaya kadar adrenalin yükselten “turistik etkinlikler”de bulunmaya başladılar.
Doğa içinde olmaktan hoşlanan ama macera peşinde koşmak yerine bedeni harekete geçirip ruhu dinlendirmek isteyenler ise “doğada yürüyüş” anlamına gelen trekkingyapmaya başladılar. Şu sıralarda en moda olan turizm biçimi bu ama yakın çevremizdeki doğa içinde yapılan yürüyüşlere oranla, genellikle daha uzun süreli ve tarihsel ve kültürel içeriği de olan yürüyüşlerdir bunlar. Buna bir çeşit “ekoturizm” de denebilir. Dünyanın her yerinde bu amaçla belirlenmiş “yürüyüş parkurları” vardır. Avrupa ve ABD’de sağlık ve sporla ilgili olarak yayınlanan yüzlerce dergi, her yıl kendi seçtikleri dünyadaki en iyi on yürüyüş parkurunun listesini verirler. Bunların çoğunda Türkiye’deki Likya Kral Yolu değişmez favorilerden biridir.
Trekking, Avrupa ülkelerinde nerdeyse “halk hareketi” haline gelmiş durumda. Sırt çantaları, çadırlar, ayağa giyilen ayakkabılar şimdi daha hafif ve sağlam malzemelerden yapılıyor. Yürüyüş parkurları üzerinde yemek ve konaklama olanakları artıyor. Çoğu insan için trekking artık sağlıklı bir yaşama biçimi haline gelmiş durumda.
Doğa içinde yürümek demek, aslında dünyayla en insani biçimde karşılaşmak demektir. Doğada yürürken gerçekliği görmeye ve kavramaya, kokuları duymaya, sesleri işitmeye, toprağa dokunmaya zamanımız olur. Yani, doğada “ayaklarımız yere basar”, en temel ve doğal biçimde yol alırız. Yol boyunca zahmet çekilir, macera ve merak duyguları kabarır, ama her şeyden önce sınırsız bir özgürlük duyulur. Yol boyunca insanlarla da karşılaşılır, onların geleneksel yaşam biçimi ve yerel kültürüyle tanışılır. Şimdi biz de kendi en iyi on parkurumuzu belirleyelim:
80 km genişliğinde ve 180 km uzunluğunda olan bu adada birçok yürüyüş parkuru bulunmaktadır. Bunların en popüler olanı, adanın kuzeybatısından güneydoğusuna uzanan ve GR20 (Grand Randonné) denen büyük parkurdur. Türkiye’de olduğu gibi burada da aynı anda dört mevsim yaşanmaktadır. Ada çok çeşitlilik gösteren olağanüstü güzel bir doğaya sahiptir. Yürüyüş boyunca, deniz kıyısında sevimli bir köyde kalıp ertesi gün arabayla zirvesi karla kaplı bir dağa çıkıp yürüyüşe orada devam etmek mümkün.
Uzunluk: 200 km (14 gün)
En uygun zaman: mayıs-haziran, eylül-ekim.
En yüksek tepe: 2.700 m.
Konaklama: genellikle parkur boyunca yer alan ve Gite d’Etape denen basit pansiyonlar.
Yemek: Bu pansiyonlarda bütün müşterilerin masaya birlikte oturdukları yemekhaneler vardır.
İspanya’yla doğal sınır oluşturan Pirene sıradağlarının batı yakası. Atlas Okyanusu ile Akdeniz arasında uzanan, vadilerin “çiçek mozaiki” ve tepelerin kayın ormanlarıyla kaplı olduğu, krater göllerinin turkuaz ve kobalt mavisiyle ışıldadığı en güzel parkurlardan biri.
Uzunluk: 400 km. (10 etaptan oluşuyor. 45 günde tamamlanıyor).
En uygun zaman: temmuz-eylül.
En yüksek tepe: 2.700 m.
Konaklama: Çadır, pansiyon.
Yemek: Lokanta ve birlikte götürülen yiyecekler.
Milli park ve Laponların yaşadığı bölge UNESCO dünya mirası listesinde. İsveç devleti, dünyanın en büyük geyiklerinin bulunduğu bu bölgede daha 1909’da av yasağı getirmiş ve bölgeyi milli park ilan etmiştir. Bütün Avrupa’da ilk kez oluşturulan bu milli park ve Sarek bölgesi, daha sonra “son vahşi doğa” olarak mitleşmiştir. Güney kesimlerinde faunası zengin yoğun ormanların yer aldığı derin vadiler, kuzeyde ise çıplak ve görkemli dağlarla kaplıdır. Sarek, her şeyden önce sarp dağların, glasiyerler, gürül gürül akan ırmaklar ve mavi-yeşil göllerin oluşturduğu tanımlaması zor bir doğa harikasıdır.
Uzunluk: 130 km (10 gün).
En uygun zaman: temmuz-eylül.
En yüksek tepe: 1.000 m.
Konaklama: çadır, kulübe.
Yemek: lokanta ve birlikte götürülen yiyecekler
4. Likya (Güney Ege-Batı Akdeniz):
Marmaris’ten başlayıp Antalya’ya kadar uzanan en uzun parkurlardan biridir. Çeşitli etapları vardır. Parkuru değişik zamanlarda değişik etaplar yürünerek tamamlamak mümkün.
Uzunluk: 530 km (30 gün).
En uygun zaman: şubat- mayıs, eylül-kasım.
En yüksek tepe: 1.800 m.
Konaklama: kıyı köyleri olduğu gibi dağ köylerinde konaklamak mümkün. Çadır bir başka alternatif.
Yemek: lokantalar, birlikte götürülen yiyecekler.
Arkeolojik bölge ve UNESCO dünya mirası listesinde. Lut gölüyle Akabe körfezi arasında, Ortadoğu’nun en çok görülmeye değer yeri olarak bilinmekte. Gül kurusu renkli kayalara oyulmuş bir antik taş-kent ve kızıl kumlarıyla ve birden bire karşınızda yükselen kayalıklarıyla Wadi Rum çölü. İnsana bir takım adalar grubunda bulunuyormuş hissini veren benzersiz bir topoğrafya! Gök kubbenin altında, geçmiş tarihlerden esintilerin sezildiği, insanı sarmalayan büyülü bir atmosfer.
Uzunluk: 20 km (üç gün).
En uygun zaman: şubat-mayıs, eylül-ekim.
En yüksek tepe: 1.120 m.
Konaklama: çadır.
Yemek: lokanta ve birlikte götürülen yiyecekler.
6. Himalaya–Garhwal (Kuzey Hindistan):
En yüksek tepesi Everest olan Himalaya dağ zincirinde özellikle Nepal’in sınırları içinde birçok yürüyüş parkuru var. Ancak Garhwal parkuru, bunların içinde en az yorucu olanı ve en az profesyonel dağcılık eğitim ve deneyimi gerektireni. Öte yandan da doğası ve düşsel manzaralarıyla en güzel olanı.
Uzunluk: 60 km (altı gün).
En uygun zaman: nisan-haziran, eylül-kasım.
En yüksek tepe: 3.600 m.
Konaklama: çadır.
Yemek: Birlikte götürülecek
Dünyanın en eski “yağmur ormanları”nda, ırmakları, çağlayanları eşsiz güzellikteki tropik bitki yapısıyla, dünyadaki en gözde parkurlardan biri.
Uzunluk:50 km (sekiz gün).
En uygun zaman: mart-ağustos, ekim-kasım.
En yüksek tepe: 2.300 m.
Konaklama: parkur boyunca kulübeler.
Yemek: birlikte götürülecek.
İnka uygarlığı döneminde taş döşenmiş yollarda benzersiz bir yolculuk yapma olanağı ve eşsiz İnka şehri Machu Picchu’yu ziyaret. Peru’nun en önemli milli parkıdır. UNESCO dünya mirası listesinde yer almaktadır. Rehber tutmak zorunlu.
Uzunluk: 46 km (dört gün).
En uygun zaman: haziran-ekim.
En yüksek tepe: 4.200 m.
Konaklama: çadır.
Yemek: birlikte götürülecek.
9. Grand Canyon (ABD- Kuzey Arizona):
Dünyanın en büyük kanyonu. Milli park. Havasupai bölgesi Kızılderililere ayırlımış durumda. UNESCU Dünya kültür mirası listesinde. Giriş için izin almak gerekiyor.
Uzunluk: İki parkur: 35 km (Kaibab) ve 30 km (Havasupai). Yürüyüş süresi ikisinde de üçer gün.
En uygun zaman: nisan-mayıs, eylül-ekim.
En yüksek tepe: 2.200 m.
Konaklama: çadır.
Yemek: birlikte götürülecek
10. Kilimanjaro (Kuzey Tanzanya):
Zirveye dağın güney kısmından çıkılmaktadır. ”Marangu” turu en popüler olanı. ”Machame” turu dağın bir yanından başlayıp öbür yanında tamamlanıyor ve daha zorlayıcı. Rehber tutmak zorunlu.
Uzunluk: iki tur da ellişer km. Marangu turu beş, Machame altı gün sürüyor.
En uygun zaman: aralık-mart, haziran-eylül.
En yüksek tepe: 5.985 m.
Konaklama: çadır- kulübe.
Yemek: birlikte götürülecek.
İlk Yorumu Siz Yapın